Toplum olarak ön yargılarımızdan kurtulamadığımız sürece bırakın bir arpa boyu yol almayı, ayağımızı yerden kaldıracak mecalimiz bile kalmaz.
Ülke olarak tarih boyunca bizi yönetenlerin kültür düzeyine göre konuştuk hep. Öyle ki her gelen yönetim kendi istediği gibi konuşmamızı, kendi istediği gibi inanmamızı, ne bileyim, kendi istediği gibi gülüp ağlamamızı istedi ve istiyor. Böyle olduğu için de kendimizi, kendi gelişimimizi bağlayıverdik bizi yönetenlerin ‘muazzam’ dimağına.
Konuyu en geveze olduğum konu olan müziğe getireceğim tabi ki…
Kendi ülkesinde hak ettiği değeri görmeyen, hatta kendi insanı tarafından resmen bilinmeyen Türk Halk Müziğinden bahsediyorum. Bunun nedenlerinden biri ve en önemlisi medya. Anlayacağınız kendi medyasından da hak ettiği değeri göremiyor müziğimiz.
Öyle ki geçtiğimiz günlerde Berlin Şehri Müzik Konseyi bağlamayı Almanya’da yılın enstrümanı seçti ve bundan bağlamanın ait olduğu toprakların doğru düzgün haberi bile olmadı. Almanya’da, Berlin’de bağlamamız böyle bir ilgiye, böyle bir payeye layık görülüyor, orada basın konuyu el üstünde tutuyor, fakat biz, haberi görmüyoruz bile. Görmediğimiz için de kendi sazımız hakkında, kendi topraklarımızdan çıkan bu zengin müzik hakkında bilgi sahibi olmadığımız gibi, hakkında söyleyecek iki çift sözümüz bile olmuyor ne yazık ki.
Zaten durum böyleyken bir de kendi müziğimize, kendi sazımıza olan aşırı ön yargılı tutum bizi git gide uzaklaştırıyor kendi değerlerimizden.
Tüm bunlar, bizim bize ait olanı küçük görmemizden, aciz görmemizden ve onunla alay etmekteki muazzam yeteneğimizden kaynaklanıyor. Bu zengin kültürü bize sunan ‘insan’ı küçük görmemizden kaynaklanıyor. Sanki küçük gördüğümüz o kültür hakkında bir şey biliyoruz gibi… Öyle ya, bir şey hakkında iyi ya da kötü yorum yapabilmek için, o şeyin ilkel ya da modern olduğunu iddia edebilmek için, öncelikle bilgi sahibi olmak gerekir. Etnomüzikoloji ve antropolojide ‘ilkel’ diye bir kavram yoktur. Hatta yasaktır.
Aşağıdaki resimde iki farklı insanın, iki farklı ama aslında aynı anlama gelen sözü yer alıyor. Şimdi bundan yola çıkarak, soldaki vatandaşa modern, sağdaki teyzemize ilkel demek doğru olur mu? Ben söyleyeyim, saçmalığın daniskası olur.
Demek istediğim, bu birbirini asla görmemiş, tanımamış ve resmen farklı boyutlardaki iki insan, bir cümleyle aynı anlamı verebiliyorsa, o zaman aralarına böyle saçma bir ayrımı koymak, birini en tepede tutarken ötekini küçük görmek abesle iştigaldir.
Müzikte de durum aynıdır. Fakat hala dağdaki çobanın koyun otlatırken çaldığı kavalla, büyük bir orkestrada çalınan müziği birbirinden, hemde diğerini küçümsemek suretiyle ayırıyorsak, çok şey bildiğini sanan ama aslında hiç bir şey bilmeyenlerin arasındaki yerimizi çoktan almışız demektir. Böyle bir ayrım yoktur sevgili okur. Koskoca müziği, koskoca kültürü, koskoca sazı bir cümleyle, hadi bir kaç cümle olsun, böyle küçük görmek, alay etmek, aciz görmek, öncelikle bizim yetersizliğimizi gösterir.
Özetle bugün bir Almanya, bizim enstrümanımızı yılın enstrümanı payesine layık görüyor, fakat biz aval aval bakıyorsak, burada bir eksiklik vardır. Eksiklik toprağı bilmememize rağmen betonda yürümeye çalışmamızdır. Kendimizi tanımak ve ifade etmek noktasında sürekli tökezlememizin nedeni bu.
Bizi başkaları bizden daha iyi tanıyor iyi mi? İşte bunun olmaması için kendi kültürümüzle ilgili söz sahibi olabilmeliyiz. Bunun için de kendi sazımızı, kendi sözümüzü, kendi müziğimizi, kendi kültürümüzü tanımalıyız. Ancak o zaman kendimizi ifade ederken başkalarının cümleleriyle değil, kendi cümlelerimizi kurarak konuşabiliriz.
Gelin bu anlamda bir şeyler yapalım. Zor değil, kendimizi tanıyalım yeter.